Himmm. Benim yazi soyle bir seydi:
Pazar pazar niye aklima geldi, niye yazdim bunu bilemem tabii ama aklima bugun gelmedigi daha yuksek bir ihtimal olmali. Gamsiz olmak nedir diye dusundum, cok gecen bir kelime oldugundan beri hayatimda. Tanimiyla ilgili simdilik vardigim nokta ne kadar mustesna onu da bilmiyorum. Zihnimin isleyisi okuyanlarin gozunde geriden takip eder gibi mi yoksa ucmus, araziye cikmis gibi mi sekillenir onu da hic bilemem, ama umurumda mi bilirim. Ben diyorum ki gamsiz olmak icin got donulen seylerin kotegini yemek gerek. Ya da tehdidini bir kez olsun ciddiye almis olmak gerek. Gamsizlik ne bilgeliktir, ne de salt kayitsizliktir (Hifzi Veldet V. ve Unsal Oskay bolca kullaniyordu bu salt kelimesini, cok hosuma giderdi, bu yaziya da nasipmis). Gam sahibi olma mertebesinden, olmamaya gecilerek varilan haldir. Bu bir evre degildir ve fakat. Evre deyince sanki herkesin gececegi, kacari olmayan bir dogallik tadi geliyor, oyle demiyorum. Her insan evladi boyle olamaz. Misal, gamsizligi mutlulukla karistiran ve sorunlu gorunmedigin, hatta normalin uzerinde mutlu gorundugun zaman sana ne mutlu insansin, hic derdin yok senin belli diyenler boyledir. Simdi bu gam sahibi olma ve gamsizlik arasindaki iplik; yokluk ve varlik, isik ve golge arasindaki neden-sonuc degil de (ya da belki biraz), yumurta-tavuk hassasiyetle bire bir (abartmayayim, emin olamam, buyuk olcude) aynidir. Gamsiz, gamdan, elemden beslenir. Beirut dinliyordum, yazasim geldi.. Bu memlekette (Amerika oluyor o) melankoli kelimesinin anlami bilinmemekte, bilen sayisi bilmeyen altinda eziliyor. Zira gamsiz insan az.. Cok gamlilar.. Oyle gamlilar ki.. Mutluluk benzeri bir sey hissettigimde (boyle kelebek, kertenkele hesabi) huzunlenmemin, aglar gibi olmamin (hatta aglamamin) sebebi bu da olabilir. Ben gamsiz olabilirim! Bu da en baba ovunmem olsun.
Ekleme: Sanilanin aksine aktivistler, gamlilari mutsuz eden, sevimsiz konulara dair mucadele veriyor, tepki koyuyor olsalar da, notr veya aktif olmayanlardan daha cok umut dolu ve optimist olabilirler veya aktivistler gamsizdir da diyebilirim. Gamsiz olma umutlu ve optimist olmak mi emin degilim gerci. Yakin ama ayni degiller; ama bu boyledir cunku aktivist olmalarinda itici bir guc olan 'degisime inanc' ve umut vardir. (Absurt olma pahasina :) ) Diger insanlar daha umutsuzdur, cunku gamlidir onlar. Gamlariyla bireysel olarak bogusurlar, boyle aga dolanmis salak bir sinek gibi; sevimsiz ve bazen de salaktirlar (uyyyyy, cok agresif!) Aktivist, yalnizca protestocu, elinde pankart, bez afis yuruyus yapan eylemcileri kapsamaz. Aktivist melankolik ve gamsiz insandir. Bilge olma ihtimali yuksektir.
Asagidaki yazi da, guncel ve fistik atmalik bir olaya gonderme yapmaktan geri durmayan basligiyla, Ragip Topaloglu'nun, benim biricik, canim amcamin cevabi:
GAM ÜSTÜNE ÇUL SERMEYELİM !
Her insanın kendince hayata karşı bir duruşu var. Bu biraz yapısal kökenden (söz gelimi aileden), biraz kültürel oluşumdan ve çokça da kişilik yapısıyla belirlenen bir şey. Tabii bu belirlemeler genel nitelikte olup, çoğu kez de içini hakkıyla dolduramadığımız ama kulağımıza, kabul kapasitemize de uygun gelen, içine ne doldursan sığacak kabilinden şeyler. Ancak tüm bunlar, hayat karşısında takındığımız tavrın önemini ortadan kaldırmıyor.
Önce hayata karşı duruştan neyi anlamamız gerektiğini açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Bu tabii yaşam boyunca karşı karşıya kaldığımız her türlü olguyu nasıl algıladığımıza ve buna karşı nasıl bir tavır geliştirdiğimizle yakından ilgili. En temelde ise, hayat karşısında nasıl bir sorumluluk seviyesini içimizde barındırıyoruz; bu ilk sırada yer alıyor. Hayatı ne kadar ciddiye almışsak sorumluluk algımızda o kadar yüksek olmalı. Yok eğer hayatı, bu bize bir piyango; nasıl olsa bir şekilde yaşayıp gideceğiz şeklinde bir algıyla karşılıyorsak; davranış kalıplarımız, yaşamdan olabildiğince keyif almayı önceleyecektir. Sorumluluk anlayışını önceleyen insanda, bu sorumluluğun getirdiği kaygı, tedbir ve çözüm bulma çabası daha bir ön plana çıkacaktır. Diğer halde ise hayat, emek sarfetmeden büyük ikramiyeyi kazanmış insanların har vurup harman savurması kabilinden tüketilecektir. Elle gelenin düğün bayram olduğu bu davranış kalıbı gamsızlık olarak da adlandırılabilir. Bu bakış ile gamsızlık, sorumluluk üstlenmemeyi, bunu başkalarına devretmeyi - çünkü yaşamını keyfine uygun ve istediği şekilde yaşayabilmesi ancak o yaşamın kendisine bir imkan olarak başkaları tarafından sunulmasıyla mümkün - gerektirdiği için kendi kendine yeterli olamayan ya da asalaklık tanımlamasına uygun düşecektir. Bu yönüyle gamsızlık düşüncesizliktir, düşüklüktür.
Alınan sorumluluk altında ezilmek ise gamlılık değil, yine gamsızlığın negatif bir yansıması olarak kadercilik, kederciliktir. Bu hal en çok çaresizlik hali olarak görülebilir. Bu durumda kişinin kendi sınırlarının hiç bir şeye yetmiyeceği; sonuçta da kendisini bir hiç olarak algılaması söz konusudur. Elinden hiç bir şeyin gelemiyeceği inancıyla, kendini büzülmüş olarak kabuğuna hapseden insanla, elini hiç bir taşın altına sokmayan uçarı insanın buluştuğu nokta “sorumluluk almaktan kaçınma”dır. Yapabileceği hiç bir şeyin olmadığını düşünen insan gamlılığı; iradesini kiraya veren insan tutumu gibidir. Kendine olan inancı kaybolmuş, dahası karşı karşıya kaldığı sorunların nedenini hep kendi dışında faktörlerde arayan, sonuçta da çözüm için kendisinin yapabileceği bir şeyin olmadığını düşünen insan gamlıdır. Gamlıdır; çünkü sorunlar, onun sorumluluk çerçevesi içinde sadece üzülünecek şeylerden ibarettir. Çözüm daima kendisinin dışındadır. O sebepten de, kendisinin inisiyatif alması söz konusu olmayıp, olanlar karşısında yapılabilinecek tek şey, olan biten hakkında kaderci, kederli ve isyankar ancak isyana kalkışmayan yorumlar yapmaktır. Bu durumda varılan sonuçta elbet; sıkıntıya sebep olanın, çözüm için de harekete geçmesi gerektiğidir. Eyleme geçmesi gereken kişinin kendisi olmadığı da , bu düşünceye göre gayet açıktır. Gamlı kişi, zaten çözümün imkanları kendisinde olmadığı için, gamlıdır. Eğer bu imkan- velevki sorunun kaynağı kendisi olsaydı- kendisinde olsaydı, elinden bir şeyler gelecek ve harekete geçecekti. Başkasının günahını üstlenemiyeceği için de, elinden bir şey gelmiyecektir; artık gamlanmaktan başka da yapacak bir şey yoktur.
Hayat karşısında ezilmekle, hayatı kelebek gibi algılamak arasında, sorumluluk alma bakımından büyük benzerlik söz konusu. Her iki insan yaklaşımı da kaçmayı, kaçınmayı bir tutum olarak benimsemişdir. Hayata karşı ezgin olmakla, hayatın üstünde bulutlar arasında dolaşma arasındaki ortak nokta, hayatın size verili olduğunun kabulüdür; hayat sizin kuracağınız bir şey olmayıp, sizi ezen veya size verilen bir müjde olarak, sizin dışınızda ancak sizin için belirlenen bir şeydir. Ezgin gamlılık ile uçarı gamsızlık bu bakımdan aynı kaynaktan beslenirler; karamsar ve hovarda iki kardeştirler.
Gamlılık tedirginlik duyma halidir. İnsanın en temel arayışlarından birisinin güvenlik içinde olmak, güvenliğini sağlamak olduğu açık. Tedirginlik en başta güvenliğin tehlikede olduğunu söyleyen haldir. Bu nedenle tedirginlik uyarandır. Gamlılık ilk bakışta her ne kadar, sadece kasavet içinde bulunmayı ihsas eden bir hal gibi görünse de, insan harekete gamlılık üzerinden geçer genellikle.Gam duymasaydık belki de hiç harekete geçmezdik...Sadece mevcut halimiz ne ise onu korurduk. Bu belirleme, fizikteki “bir biçimli hareket”e, davranış kalıplarımızın açıklanması bakımından tipik bir benzetmedir denilebilir. Gamlılık bizi motive edebildiği ölçüde, çözüm üretme yollarını bulmaya zorlayan bir etkendir. Yoksa daha önce belirttiğimiz durumla buluşuruz. Gamlı olmasaydık eğer, gamsız olurduk ki; bu da eylemimizin bir bilince karşılık gelmediğini, tam tersine bilinçsizliğimizi, havailiğimizi bize ihsas edecekti.
Müzikte gam, tiz’den bas’a va bas’tan tiz’e doğru iki yönlü bir akışı gösteriyor. Bastan tiz’e giderken, müzik sanki neşelenir, tiz’den bas’a doğru ise, bir ağırlık çöküyor gibidir. Hayata ne çok tiz’den basıp, tiye almalı; ne de bas’ta demir atıp, boğulmalıyız. Fa ve sol notaları bu nedenle olsa gerek, müziğin dengeyi bulma notalarıdır. Bu seslerle biz müzikte orta şekerli ses hareketlerini, yani normali yakalarız. İnce do ve kalın do, bizi ya çığırtkan yapar ya da boğurtkan. İki nota da bizi zorlar!. Ne var müzik icra edeceksek eğer; sesimizi incenin ve kalının tonlarına doğru seğirtiriz. Burada zor olan normalde dolaşmaktır. Çünkü müzik genelde sıradan olanı değil, içimizdeki sıradan olmayan ruh halimizi yansıtır. O nedenle orta karar ses tonlamaları genelde konuşma hal ve dilidir. Onun için bu tonda total olarak müzik pek olmaz. Bu tonlar müzikte çoklukla geçişleri, bağlantıları sağlama işlevine sahiptir. Çünkü normalde yani genelin ortalalama kulvarında durduğunuz takdirde, müziğin heyecanı kalmaz görünür, onun için müzik yapmak istediğimizde açılmak, aşağı ya da yukarı yayılmak isteriz. Görünürde kolay olan gerçekte zor olandır. Müzikte en zor şey belki de sadece fa’lardan ve sol’lerden ilginç ve güzel bir müzik parçası oluşturmaktır. Hayat biraz da müzik gibidir; kolay olanı yaşamak isterken, bize ilginç ve çekici gelen kenarlarda olanlardır. Müzik için daha ince ve kalın notalara doğru yolculuk yapmak isteriz. Onlar bize ilginç ve zor görünürken, esas zorluk merkezi değerlendirebilmektir. Çünkü zor müzik parçaları asıl buralarda icra edilebilirler. Onun için olsa gerek, hayallerimiz iniş ve çıkışların bulunduğu yerlerde seyreder. Ancak çoğunlukla merkezde ve fakat renksiz ve heyecansız yaşarız. Çünkü merkezi renklendirmek, orayı bir cazibe merkezi yapmak gerçekten en zor şeydir. Gamlılık bize bilgelik gibi görünüp, gamsızlık ta heyecan kıyılarında dolaşmak gibi gelirken, ikisi birden bizi yanıltmakta adeta yarışa girmiş gibidirler. Onun için olsa gerek dünyamızda, meşhur düşünür ve sanatçılar hep uçuk kaçık gibi görünen kıyı ve köşelerden bize seslenirler. Çünkü onlarda bilirler ve kolaya kaçarlar; merkezde bir şeyler yapabilmek ne onların ne de başkalarının harcı değildir. Meşhur düşünür ve sanatçılar küçük olamadıkları için büyük değildirler. Zor olan merkezde durup, oradan olağanın üstünde bir şeyler yapmaktır.
Sanıldığının aksine eylem adamları, belki bunlara aktivistler de denilebilir, gamdan hareketle, eylemi çözüm olarak öne almış insanlar değillerdir. Aktivistler bir şey üzerinde çok düşünmeyi gereksiz gördükleri için eyleme öncelik tanıyor olabilirler. Bunu yaparken, düşünceyi eyleme taşıdıkları gibi bir görüntüyü bizler, onların gamlılığın ataleti yerine eylemin çözümleme karakterini öne çıkardıkları gibi bir algılamayla değerlendiririz. Bence bu yanıltıcı bir değerlendirme. Eylemcilerin pek yaman görünen eylemcilikleri, düşüncenin derinliğinden kaçıp, eylemin çözüm kolaycılığına tav olmalarındandır. Gerçekte zor olan eylem; düşünme eylemidir. İnsan çoğunluğu bu eylem türü en zor olduğu için, düşünmeyi başkalarına, sonuçlarından istifadeyi ise kendilerine uygun bulmuştur. Sorunlar karşısında hemen harekete geçen insanları elbet takdir etmek gerekir; kedergâm gamlıların utanılası bekle ve gör politikası yerine, ellerini taşın altına sokma gözüpekliğinden çekinmedikleri için. Ancak yine de bu, eylem insanlarının, hakkı verilmiş bir zihni sürecin içinden geçtiklerini göstermez. Hatta tersine çoklukla böyle bir zihni ve ruhsal süreci yaşamadıklarını gösterir. Ataklıkları cesaretlerinden dolayı değil, tam tersine fazla cesur olamadıklarındandır. Gerçekten de bir kişilik özelliği olarak fevriliğin, inceden ve derinden gelen bir düşünce ürünü olduğunu söylemek zordur. Evet ortada bir düşünce faaliyeti vardır; ancak bu süreç eylem insanında, sanıldığı kadar bir derinlik taşımaz. Taşısaydı; zaman kaybetme telaşesine eylemini kurban etmez; eylemine derinlik katardı. Eylem adamının eylem pratiğinin başlıca kaynağı, pragmatizmdir. Eylem adamı kısa vadeli yararlar peşinde koşan, ne var ki, stratejisi olmayan kişidir. Bunun için eylem insanlarından uzun soluklu, ince hesaplanmış, tartılıp biçilmiş davranışlar beklenmez. Ancak yararlıdırlar. Uzun vadeli, ince hesapları olanların, hesaplarının tutmasına yardımcı olurlar. Beyinlerinden çok kaslarını çalıştırırlar. Ve gerçekten çok çalışırlar. Başlarını meranın otlarından hemen hiç kaldırmayıp, sürekli otlayan ve çot süt verenlerdendirler.
Gamsızlık olan biteni hiçe saymak olduğundan, aklı kıt ancak kibir sahibi olanların harcı olmak durumundadır. Akılları kıttır; düşünmek onlar için katlanmaya değmeyecek bir eylemdir. Kibirlidirler; olanların içindeki aklı göremeyecek kadar rahatlarına düşkün, olan her şeyin kendilerine sunulu olduğuna inanacak kadar da kendi içlerine yöneliktirler. Her şeyi kabulündeymiş gibi karşılayan gamsız, soru sorma acziyeti ile malüldür. Eylemlerinin nedeni gamdan kurtulup, ona çözüm bulmak değil, herkesle birlikte olmanın güvenliğine kolayca sahip olma arzusundandır.
Gamlı olmanın ayarı yerinde olduğu takdirde, davranışlarımız aklımızla o ölçüde birleşecek ve sinerji yaratılacaktır. Bunun dışında ise, ya hep süt vereceğiz ya da verecek bir sütümüz hiç olmayacak. Gamlıyım ancak kasvetli değilim, gamsızım ne var; başıboş değilim...
Gamlı olmak, düşünmeye başlamanın belki de ilk adımıdır. Tasalanmak çözüm için, içinden geçilmesi gereken bir aşamadır. Çok tasalanmak ise, tasalanma halimizi koruma altına almak demektir. Giderek gamlılığımızı istikrar içinde devam ettirmek suretiyle, onu muhkem bir şekilde muhafaza altına almak; uyanmamak için derin bir uykuya dalmak gibidir. Uyurken düşünmediğimiz ama rüya gördüğümüz de muhakkak. Derin uyku, düşünceden derin bir şekilde sıyrılma değil midir? Soğuk havada yorganımızın kalınlığıyla ısınıp, gördüğümüz sıcacık rüyanın cazibesine aldanmayalım. Bitmeyen rüya hiç olmadı şimdiye kadar. Gamımızın üstüne çul sermeyelim, böylece rüyamızın bizi ayartmasına izin vermeyelim.
*** (Bu uc yildiz, devami gelecek demek. Gozumu korkutmak maksat.) Ben de yarin birseyler seetcem bakalim.. Edemeyebilirim de tabii.
Wednesday, November 28, 2007
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment