Thursday, January 31, 2008

Tourist

Epeeeey bir suredir Radiohead dinlemediydim. Sonra dedim dinleyeyim, en sevdigim albumlerinin basinda gelen OK Computer'dan Turist sarkisi baktim siritiyor resmen. Hemen baslattim. Sonra tabii birkac kez daha dinledim, dinledigim kadar deja vu yasadim. Megersem hep tekrar tekrar dinlermisim. Su 'burada ve simdi' muhabbeti uzerine cukadanak oturdu tabii Thom kisisinin Idiot slow down! diye agirdan damardan girmesi. Sozlerini suraciga aktarayim dedim. Yarin ben de soyleyecem kiskandim, kaydedecem kendimi kendime.

It barks at no-one else but me, like it's seen a ghost.
I guess it's seen the sparks a-flowin,
no-one else would know.

Hey man, slow down, slow down!
Idiot, slow down, slow down!

Sometimes I get overcharged, that's when you see sparks.
They ask me where the hell I'm going?
At a 1000 feet per second,

Hey man, slow down, slow down!
Idiot, slow down, slow down!

Hey man, slow down, slow down!
Idiot, slow down, slow down!

(O tekrarliyor nakarati, ben de 40 kez tekrarlasam yetmez.. Hani adama 40 kere aptal dersen aptal olur sonunda ya ve fakat belkim slow down da olur degil mi?)

Playlistinde olanlar dinlesin, olmayanlar edinsin dinlesin. Cok guzel cunku.

Durun vazgectim: Hepsini dinleyelim albumun.

Tuesday, January 29, 2008

Tam uzerine Huxley der

Arkadasim yazar insanla gecen yazismaya devam veya tekrar niteliginde buraya koydugum bir onceki yazida dediydim ki, ben soyle boyle diye argumanlar argumansilar atarken ortaya ama tam da ayni hizla kendimi yeniden duzenleyecek veya aydiracakken biri cikiverir benden once davranir. Annemin ben mutfakta fasulyeye katacak seker aranirken ve seker kavanozu tam da gozume ilismis ben yonlenmisken surada yahu diye gidip alip kavanozu bana uzattigi anlar gibi.. Huxley depoladim bugun kutuphaneden. Aldim birini eve getirdim, digerlerini ofiste biraktim. Ciktim odamin balkonuna hava alayim diye, elime de kitabi ve kahvemi aldim. Yeni banyo yapmisim, liflenmisim, bir mayismisim. Actim ilk sayfa. Huxley kafama kafama atti sunlari:

"There are many kinds of gods. Therefore there are many kinds of men. For men make gods on their own likeness.
...
Officially an agnostic, I feel the presence of devils in a tropical forest. Confronted, when the weather is fine and I am in propitious emotional circumstances, with certain landscapes, certain works of art, certain human beings, I know, for the time being, that God's in his heaven and all's right with the world. On other occasions, skies and destiny being inclement, I am no less immediately certain of the malignant impersonality of an uncaring universe. Every human being has had similar experiences. This being so, the sensible thing to do would be to accept the facts and frame a metaphysic to fit them. But with that talent for doing the wrong thing, that genius for perversity, so characteristically human, men have preferred, especially in recent times, to take another course. They have either denied the existence of these psychological facts; or if they have admitted them, have done so only to condemn as evil all such experiences as cannot be reconciled in a logical system with whatever particular class of experiences they have chosen, arbitrarily, to regard as "true" and morally valuable. Every man tries to pretend that he is consistently one kind of person and does his best consistently to worship one kind of God. And this despite the fact that he experiences diversity and actually feels himself in contact with a variety of divinities (or at any rate with extremely dissimilar aspects of the same Unknown God who may be presumed to lie behind them all).
...
Men are also citizens; there are no Crusoes. In a highly organized society, however, the citizens are apt to forget that they are also men. They come to value themselves and their fellows for what they can do in a socially useful way -as personified functions rather than as human beings. They admire those who are well provided with that kind of knowledge which I have called instrumental. For those who have grown strong on the knowledge that is life's nourishment, they have no particular respect; on the contrary, they often despise and , at the same time, mistrust and fear them."

Kaynak: Do What You Will - Aldous Huxley
1928'de basilmis bu kitabin adi, William Blake'den geliyor. O da demis ki:

Do what you will, this world's a fiction
And is made up of contradiction.

Between the cortex and the buttocks

Inancin yitimi. O konustukca, bir oldum, “bu gunesli sonbahar gunu bu gezegende bir noktada olsak” dedikce ben kendimi, ne kadar bos geliyor soyledikleri diye dusunurken yakaladim. Oysa ki nasil da istiyorum bos degil demek. Dilegine katilsam da imkansizligi beni oyle hircinlastiriyor ki, istemem eksik olsun diye kollarimi savuruyorum boyle Cyrano gibi. Ama kuskunum yani. Burukluk var siklememek, alaycilik degil. O geri dondugu icin uzgun oldugunu, kafasinin dustugunu soyluyor. Ben geri donulen seyle gidilen seyin ayni oldugunu, geri donusun belki de sirf bu nedenle bir dusus olmamasi gerektigini soyluyorum. Nasil da saftirik yalanciyim heh! [Veya tam da ayni seyi soyluyorum ama itirazci, zit kafa oyle degil saniyor.]

(Okuyanlar dedi ki biz pek anlayamadik bu paragrafi.. Aciklama gerek. Simdi bu geri donulen ve gidilen sey muhabbeti, bana bunu yazdiran muhabbetin diger ucundaki arkadasimin anlattigi, yasadim dedigi "Extrovertive mystical experience" dan gelme. Yani o an, o ana cat diye baglanma. Yelkovanla akrebin bulustuklari an gibi. Huxley'in Ada'sindaki Mynah kusunun cigirtkanligini yaptigi 'burada ve simdi' hali. Lennon ve Imagine sarkisinin boyle bir deneyimle 're-visit' edilmesi. Tum sosyal kimliklerden, linguistik tanimlardan arinma, arindirma hali. Elektriklerin bir an gelip sonra tekrar gitmesi ama gozde zihinde vizyonlarin canli kalisi hali. Bu andan geri donuste, imagine edilen halde gormek etrafi. "Kollektif cennet", "bireysel nirvana"; arkadasima gore o anda orada olmakligi, "hep beraber ayni seyi yasamakligi" bu ani o sirada goremeyen bizlerin fark edememesi ve imagine edilenden geri donunce ayni yere dondugunun idraki, ama "mumkun olan halini de gormus olmanin" verdigi izdirap falan filan. Acikladi mi daha mi corba etti bilemedim.)

***
O konustukca ben kendimden korkuyorum. Cok baska fark edis benimki diyorum. Dedigimiz seylerin hepsine sosyal psikolojik, kritik teorisel, agdali guzel tanimlar verebiliriz demek istiyorum demiyorum. O anlatiyor dudak kenarlarina tukuruk birike birike heyecanla. Ben de ayni heyecanla okuyorum ustelik. Guzel soyluyor cunku ona ait cumleler soylediklerini. Okuyacam da dedim zira. Acaba gerisinde miyim, acaba sonrasinda tekrar donebilecek miyim imagine dunyasina diyorum. Yasarken gercek gibi hissettigim seyin imkansizligiyla, o seyin aslinda bir “gercek” olmayisi ayni sey degil. Imkansizin pesinden gidilebilir ama ya gercek olmadigina kalben artik inancinin kalmadigi bir seyin pesinden gidebilir misin? Hayir elbet. Gecici bir vazgecis, hayata karsi insansal bir huysuzluk olmasini diler devam edersin. Devam edebilirsin cunku inancsizlik, seni kendini oldurebilecegin kadar derin bir rahatliga, sukunete ve yavasliga kavusturur. Bu acidan surpriz ivmeler de getirebilir hayatina. Ama asil istedigim ne? Aylaaar once konustugumuz sisifus laflamasindaki bana donmek misal. O noktadan tekrar baslamak istiyorum. Inancsizligimin beni o mimlenmis ‘hal’in uzerinden tekrar gecmeye zorlamasini istiyorum. Birlige, yarenlige inanan ‘ben’, absurd olmayi goze alarak, ve hatta aslinda bunu hic de onemsemeyerek, inanmak istemekteyim. Bunu paylasacak esler dostlar var diye inanmak istemekteyim. Dinleten degil, ayni zamanda da dinleyen dostlar. Icimi pirpirlatan, yuzumu parlatan seyler yapmak istemekteyim. Hayatimi ve gunlerimi uretim bandina bakan isci gibi izlemeyi reddediyorum ve bu reddedisi bagirirken icim disim, hayatimi tam da boyle bir seye donusturmeye calisan gaileler, beni sikistiran burokrasi, hala inatla inandigim belki de conventional manada geleneksel yarenlik ve birlikteligin, tam da bu gelenekselciligin reddettigim hirtliklarindan kaynakli korkular ve ic bayan kaliplar yuzunden banallesmesi tehlikesi, bu nedenle benim banallesmem beni kutuphaneye gidip o cok sevdigim adamlarla kadinlarla hesaplasmaya zorluyor. Deli gibi boyle alenen. Boyle anlarda, tam da ben kendime soyle bir bakip, ‘bitti mi canim’ deyip baslayamadan, biri gelecek diyecek ki olacak boyle seyler elbet. Sanma ki hep boyle hissedeceksin. Her gun bambaska da olabilir. Son tahlilde insansin ve turun tarafindan orulu halihazirdaki dunyaya, sen de kendin bir seyler eklemleyerek, anlamlar katarak, representation of the self’lerle gelip gecen maratona katiliyorsun istemeden. Kosmuyorsun ama cikmiyorsun da. Bu noktada evet, balonu ben mi sisirdim! Tabi olduk o imaja, tam ortasina dustuk hemen anlayamadik diye isyan ediyor yazar. Bence sen de haklisin.
***
Geri donecegin ve simdi su an birlik diye hissettigin seyin aslinda hic olmadigini, zihninin sana oyun oynadigini fark edince ellerinle cizdigin giris kapisini kapatmiyor musun? Tekrar bulunabilir mi?
***
Beni imagine korkutmadi Aysel! Beni imagine’in aslinda hic olmadigi fikri korkuttu. Yandan istersen mantar al, lsd al ex at. Deneyimledigin, gercek gordugun sey ya harbiden de yoksa? Hissettigin gibi bir birlik, hormonlarin ve aklin oyunuysa? Bunu asla bilemeyecegiz (veyahut var mi bir yolu bilmenin?) ama suphe tohumu degil mi bu? O tohumun veletleri kafanda dolanir boyle arada fisildar sana ‘ayliiiin anani sikiyolar, yalan bunlar, hiclik var’ diye. Zayif anina geldi mi boyle inaniverirsin. Ama belki de hakli olabilecekleri ihtimalleri hep vardir. Beni kendim korkuttu Necla! Iskambil karti gibiydik dun. Bir tek seyin zit boyutlara, zit yonlere yansimasi gibi. Butunlesmesi imkansiz bir noktada ama tegetten dokunmali.
***
Hayatin, uzerimdeki dominantligini reddediyorum. Hayati tanrilastirmayi reddediyorum. Hayat da yarenim olsun istiyorum. Anlayisli olayim ben hayata. Kavgalarimiz tatli ve meyveli olsun falan fismanca. Bu is olmadi, cunku hayat vermedi, ezdi beni demedim. Once bir kendime baktim ve gordum aslinda kasim gozum baska yerlerde oldugu icin basit olani kacirmisim gozumden ve bu olamayisa katkida bulunmusum (cogunlukla yani). Oyleyse hayat olamaz tek suclu. Icine dustugum sosyal duzen olamaz tek sorumlu. Etrafimdaki kudretleri reddetmedim ama kendi kudretimi de gormeye calistim. Gotumu cilalamak seklinde de yapmadim bunu. Gozumun yasina bakmayarak yaptim. Sen soyle ettigin/etmedigin icin bu oldu/olmadi dedim. Ama tabii insanim degil mi ben de? Onu da ekledim sonuna ki hep Cimcoz kalmayayim. Yas ilerledikce yumusamaliyim, katilasmamaliyim. Soooyle bir flash back yaptigimda, katidan yumusaga gecis yaptigim kolay anlasilir zaten. Bunun katalizoru de esler dostlar yarenler oluyor. Katalizor sart oluyor. Katalizorun katalizorlugunu bilmesi de sart. Bilecek ki, iki uclu katarsis olsun. Gonuller senlensin. Aksi halde sen okuldaki bir sinifta, o sinifin dekorunun bir parcasi olarak, dersi cok iyi anlamis ogrencinin konuyu kusursuzca ozetledigi ana sahit yazilan sosyal varlik olarak kaliyorsun. Katalizor seni kendi gibi yasanan seyin icine aliyor halbuki. Zira sen de ona katalizorluk yapiyorsun. Bulunmasi zor bir iliski turu. Bugun benzer seyler konustugum arkadasima da dedim. Oyle geliyor ki bazen, etrafimda herkes ‘hoca’nin dediklerini anladi, bir ben anlamadim, sinavda cakacam gibi oluyor. Katalizor eksikligi.
***
O yuzden reddettim inancsizligimi dun gece, ‘inanmak’ istedim. Ondandir ki mantar dedim lsd dedim; rutine baglayayim alayim. Bir care olmali. Onun dedigi gibi bir recete. Insanlik veya benim icin. Balonlar sonsun ama bir ihtimal olsun, olmek ve oldurmek (veya yok etmek, silmek) olmasin o ihtimal henuz. Ihtimal olsun, inanilasi ve yalin ve guclu ve piril piril; olmama ihtimaline ragmen, inanmasi bile guzel. Inancsizlik fena. Gunler, uzerinden tas sektirilir gibi gecip gidiyor yoksa. Okumaktan haz ettigin yazar bir anda onune atiyor laflarini, kusuveriyor adeta ve sen sadik bir duvar olarak uzerinde top sektimesine musaade ediyorsun. Uzerinde top sektirirken iyi ses veren duvarlar vardir ya. Veya yazmak istiyor sen defteri oluyorsun. Araya notlar konduruyorsun ama yazara gitmiyor notlar biliyorsun. Ne fena ve ne guzel. Bu da benim top sektirdigim duvar. Okudugum yazarlar rastlar da okursa, okur da durursa ne ala.
***
Boyle hissediyorum.. Ayni seyi soylemiyoruz sanirken bir anda ayirdina variyorsun. Kendini tersten okudugunu fark etmek gibi. Yani tersten konusmak gibi.. Zor birsey ustelik ne aci ki ayni seyi soyluyorsun aslina bakarsan. Veya farkli soyledigimiz ne? Bando’daki bilmeceler gibi. Iki resim arasindaki farki bulunuz. Fena halde farklilar bu arada. Yani ayni gorunuyor ama var olan veya olmayan seyler, iki resim arasindaki yanlis benzerligin semantik yapisini alt ust ediyor. Guzel de olabilir bu yani. Uyum da boyle bir sey.
***
Ben bisiler yazmaya ugrasiyorum simdi. Yazmazsam bu beni delirtecek gibi, veya daha akla gelir bir ornekle sunu diyebilirim: Kasinti veren bocek veya kendi sacinin kili gibi. Tutup cekip cikardin mi, bir sonrakine kadar rahatsin. Ama bakiyorum dusunuyorum, bu adam niye benim ilerimde gibi duruyor. Niye mesela benim hissettigim seyi o konusmada benden once elini cabuk tutup soylemis de ben niye tersi yone asilmisim? Bir ilginc durum tabii. Guzel ama sanirsam kendi sinirlarinda.
***
Kendine katlanamamak nicin normal? Normal yapan ne? Genele vurulabilir veya evrensel bir sey olmasi mi? Dunya katlanilmaz bir yere donusuyor ne demek? Daha oncekiyle farklari nedir? Tutarli bir kotuye gidis varsa, bu tutarlilik beni paradoksal bir carpma etkisiyle iyi etkilemeliydi ama bekledigim bildigim, ogretilen anlamiyla bir ‘iyi’ degil bu sanki.. Yani donusen benim, realite ve bu dunya degil oyleyse.. Olan hicbir sey tutarsiz degil. ‘Consistency in inconsistency’ diye cevriliyor Aristo. Guzel ceviri. Oyleyse belki de onumden gecenleri tutamayan benden baskasi degil. Bir an dikkatim dagilmis bir bakmisim aaa dunya kotuye gidiyor.. Oyle mi? Ben gidiyordum zaten sen gormemissin. Reddediyorum veyahut bu tutarliligi surekli. Umut etmek realiteyi reddetmek midir? Veya biz hep iyiye gitsin derdindeyken bu duz cizgi gidisi goremedik de kotuye donusum var mi saniyoruz. Kotuye giden dedigimiz aslinda gercegi gorme deneyimleri ile yasanan zikzakli idrak cizelgemiz mi? Yani saniyoruz ki birseyler kotuye gidiyor ve fakat tutarli iste. Kotu deyince beklentilerin tersine bir sapma soz konusu. Kotuye gidiyor demek icin beklenen baska bir sey olmali kafada.
***
Sena (tevellut 1990lardan biri), nam-i diger dugme burunlu biricik kuzenim, msn’den haber etti dedi ki teyzem agliyor simdi Aylin abla. Amma sulugoz. Neden dedim, biliyorum oysa. Senin sarkilarini dinlediler, sonra Ragip Amca siir okumaya basladi. Muberra teyzemin de gozleri doldu agladi. Ben de dedim ki git sen saril ona, de ki ferah aglasin.. Ben de simdi tam su an onu dusunuyorum sadece. Mesaji iletti Sena.. Daha cok agladi ama dedi sonra. Simdi su an iste. Gercek bu. Beni nefesi darlanarak ozleyen, guzel bir anne var. Kelebek gibi annem. Kuvvetli ama oyle de narin, dokunmaya kiyamadigim pembe teni gibi. Ses cikarmamaya ozenli agliyor su anda, nefes verisini duyuyorum yutkuna yutkuna. Bir de kiziyor kendine niye agladi diye, Sena bana niye dedi diye, duyabiliyorum. Ragip Amca da katilmistir ona eminim ben. Sena diyor ki keske ozlemek diye bir sey olmasa. O hep bizi ozleyerek gecirdi simdiye kadarki kisa yasamini. En cok birlikte olmayi sevdigi biz hep uzaktik ona. Oyle guzel bir de inadi var hayata, diyor iste ne sulugoz annen var diye bana.. Duygulari patlamis kadinlar ailesi bizimkisi. Sena da bizden, simdi ben de agliyorum cunku seni ozledim diyerek gogsumu kabartiyor benim. Bir manyak kadin daha eklendi aileye hayirlara vesile olsun. Simdi su an beni ozluyor onlar. Gecedir orada, musait duygular ortami ele gecirmeye. Esyalarin ses cikardigi saatlere gecti orasi. Ben ofiste, kulaklarima Bulent Ortacgil tiktim guzel guzel.
***
Kutuphaneye yururken tekrar sordum kendi kendime. Denizde bogulayazdigim ve kurtarilmadan hemen once yasadigim en guzel deneyim olan teslim olmanin hafifligi ani; 3 ya da 4 yasinda gordugum o tuhaf ruya nicin capcanli aklimda hala? Benim de “Attention” diyen tropikal bir kusum var sanki mynah kusu gibi kafamin icinde. Hani insan en cok bunu unuturmus diye Attention der ‘Ada’daki kus insanlara, burada ve simdi der ardindan. Bakmayi, uzerinden gecmeyi reddettigin, erteledigin her neyse bir an once aradan cikar ki burada ve simdi var olabilesin. Var oldugunu sen de anlayabilesin.

Biz de oyleyiz. Onca sey geldi gitti aklima, bir bakmisim bir arpa boyu yol deriz. Ama mumkun mu gercekten ayni yere donmek? Yani hicbir seyin degismemesi. Bunun farkinda olmak bile yokken nasil ayni yerdeyim denir?

Ahan da Huxley’in yutarak okudugum Ada’sindan, bulabildigim Ingilizce kopyasindan simdilik parmak bastigim, ama daha guzellerini buraya koymaya ant ictigim birkac alinti:

“Attention to the experience of something given, something you haven't invented. Not the memory of a form of words addressed to somebody in your imagination."

"With nothing between the cortex and the buttocks," said Dr. Robert. "Or rather with everything---but in a condition of complete unconsciousness and toxic stagnation. Western intellectuals are all sitting-addicts. That's why most of you are so repulsively unwholesome. In the past even a duke had to do a lot of walking, even a moneylender, even a metaphysician. And when they weren't using their legs, they were jogging about on horses. Whereas now, from the tycoon to his typist, from the logical positivist to the positive thinker, you spend nine tenths of your time on foam rubber. Spongy seats for spongy bottoms---at home, in the office, in cars and bars, in planes and trains and buses. No moving of legs, no struggles with distance and gravity---just lifts and planes and cars, just foam rubber and an eternity of sitting. The life force that used to find an outlet through striped muscle gets turned back on the viscera and the nervous system, and slowly destroys them."

[...Vijaya explained,] "If you'd been shown how to do things with the minimum of strain and the maximum of awareness, you'd enjoy even honest toil."

The point," Susila answered, "is to get people to understand that we're not completely at the mercy of our memory and our phantasies. If we're disturbed by what's going on inside our heads, we can do something about it.

Monday, January 28, 2008

Allakaretmesinbupilavi

Cok yanlis ihtimallenmis kendini armut sanan biri, bir diger armutumsuya, aniden hayallenmis. Herkese armutken sen, armutlasamadin benimle demis. Bi-tuhaf oldun. Iyi gelmedik birbirimize asikardir bu. Katlanmasi zor, boyleyken boyle. Insansi Andersen, Lafonten caresiz kaldi bu duruma, bilemediler onlar da armutlar ne yapar, nasil duzeltilir bu hal. Kitaplarini, siirlerini yutarak okudugum yazarin, sairin yolda yururken tasaklarini duzelttigini gormek gibi, burnunda sumuk gormek gibi, ya da en cok Yagmur Kacagi'ni begendigimi soyledigim icin Attila Ilhan'in bana bagirmasi gibi oldu hersey.. Ne kotu ama be. Onu affettim de, seni koklayamiyorum artik, bir acayip oldu. Elma olup kafana dusmek istiyorum. Kacamakca, sonra yuvarlana yuvarlana kacmak. O yuzden uzaktan okuyacagim seni, guzel yazmis serefsiz yine diyecegim. Balik kokan elma olacagim o zaman ama tatli sulu. Bir derin nefes verip ruya gordum ama hatirlamiyorum diyecegim ben. Aklina gelen yalanmis demek ki diyecek baskasi. Senin de tadindan yenmeyecek o zaman.

Caldim pilavi senden arkadasim, affet beni.

Aptal Akilli Aptal

Hayat oyun dedi birileri ust uste bana gecenlerde. Nedir bunun dibindeki kibrit diyorsun cevap yok. Oyun deyince ciddi degil mi demek? Gayet ciddi oysa ki. Ve fakat ciddinin icinde komik kalmak, gule gule ciddi olmak en guzeli degil mi? Hani oyun derken kasit bu ise diyeyim ben de tabii. Genislemeli bu cumleler. Neyse peki oyunu mesela kahvehaneye indirelim -benim bildigimle Yagan kulturune- KING gibi birsey olsa. Keyfi kacar miydi acep? Misal cezalari bitirdim, cezalari yedim, aptallik kotam doldu, gelsin kozlar artik dense. Ama simdi bu konuyu saptirdi. Demem o ki, aliklanma kotasi bu ay doldu dese biri mesela "Akilli olacaksin". Gel gor ki kendine kolay olmayanlar icin akilliyimdan ziyade aptalim demek daha kolaydir. Aptalliklarini daha kolay gorur, geriye kalanlara omzu uzerinden bakar yaridan. Affetmez kendini.. O yuzden de hic unutmaz.. Delidir, sikici insandir, cezalandirir kendini surekli. Sonra sirf da bu yuzden daha buyuk aptalliklar yapar. Bu noktadaysa komik insandir. Kotasi yok mudur bu isin evet? Saklama yeri var midir? Farz-i misal herkes anlamasa daha iyi olmaz miydi?

Konusuyordum yine Muge'yle. Boyle baskalari seni ruyasinda gorunce ne guzel oluyor diye. Baskasinin bedeninden kendini izliyorsun gibi oluyor. Biri beni kirmizi montun, tenin ve saclarin geliyorsunuz uzaktan masaya dogru diye anlattiydi, cok guzel geldiydi. Dedim benim boyle neyim var? Ne diyorum da aha da aylin derdi deniyor. Ama'larin var dedi. :) Hah! Nasil amalar dedim; bir konu hakkinda butun fikilerini sikip atabilecek amalar onlar dedi. Bu elbet demek degil ki insanlara bi eureka ani yasatiyorum. Bu bazen 'hastir aylin sikip attin konuyu, unuttum ne diyecegimi de, ne alaka anacim!' olabiliyor. Biliyorum ben. Duymak cok guzel ama. Kendinleri topluyorsun boyle misket toplar gibi. Sonra kuytuya gecip sumukleri ceke ceke hevesle cikarip cebinden sayiyorsun, seviyorsun.

Aerobik yapalim, nefes alalim.

Kurt nufus artisi dursun diyen Buduncular yargilaniyordu gecenlerde.. Bu sene secilen milliyetci kecilerden onlar. Ey Turk kadin ve erkegi diye seslenmisler, bir cocuk daha yap. Kurtler cogaliyor, sen de cogal. Olur abi. Bokumuzda boncuk var degil mi? Mahallede oyun oynayan cocuklar gibi, sonu gelmeyen ekip secimi anlari.

Boyle bir daire var, kriz aninda, konu toplumsala donecek diye korkuldugunda kara kapli defteri aciyor ve icinden bir kisi veya orgut cikariveriyor. Dink de boyle. Ondan oncekiler de boyle, olen giden matbaaci sahislar da boyle. Ahan da bu diye isaret edip sonra puf diye kayboluyor bu dairenin memurlari. Herkes rahatliyor bir anda. Olduren razi, olen zati konusamiyor. Arsene Lupin nereyesun?

Bak ne guzel diyor Ortacgil.. Bilen konusur bilmeyen de konusur, bilen konusur ama bi baskaaaa. Ben bu noktada bilmeyen oluyorum ama bilecem. Inayet olsun oyleyse, degil mi? Dizine yatip hikaye dinleyesim gelen Bulent Ortacgil. Her sakalliyi baban mi sandin Aylin? Boyle diyen varsa usul usul siktirsin lutfen.

Saturday, January 26, 2008

Bu da Attila Ilhan'dan Muhayyer

MUHAYYER
Önemli gizli boyutlarıyla yeryüzündeki yaşantımız
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
Söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız
O gün ki ölümün perdesine yapayalnız yansırız
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız

Bir incesaz ki süreklidir yaprak döken korularda
Çılgınlıkları oluşturur en çapraşık duygularda
Büyük çıkmaz akla gelip de sorulmayan sorularda
Bazı insan içten içe düşünür hesaplar da
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız

Üflediğimiz sustuğumuz tutkuların düşlerimizi çokçadır
Çocukluktan çıktığımızı sanmak aslında çocukçadır
Gerçi gençlik bir uçta yaşlılık bir uçtadır
Birleştikleri gerçek o müthiş sonuçtadır
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız

Tutuklunun Günlüğü
Attila Ilhan

Boyle bisi buldum

Aklimi ufurup dalgali buluta
Tutundum kemerine maviydi ruzgar
Geceydi ve gezindim ustunde sehrin,
Seni gordum, kabuslar ninni soyluyordu basinda
Elimi attim bir baktim cebimde ruyalar
Ince kum gibi serptim goz kapagina

Hazirsan oturup konusalim agacin en ortasinda
Bir bacagin dala sarili, digeri bana
Bu gece uykuyu degil beni al koynuna
Kapama gozlerini simdiden bak bana

Icime bir fener yak sonra isli, golgeli
Gostereyim sana bilmeden biriken senleri
Merak et hepsine bak, cevaplar benden sorulsun
Saclarin ayak bilegime dolanmisken birden
Salayim nefesimi icine kendinden turku olsun

Ekelim muhtelif bizi agacin dibine
Biten otlari cekeyim icime sigara yerine
Daralan cigerlerime dustursuz girsin zaman
Sarki soyleyelim genclige tamamlanalim
Kolaylayalim sonra tut elimden
Kosesinden duselim dunyanin



Istanbul'da eski defterlerimi saklayan anneme sevgiler saygilar. Vay canina.. Kime, neye ne icin yazdiydim acep? (Soranlar oldu ekleyeyim, orta son veya lise birdir bunun yazilisi. Nedir ozur mu dileyecem yani mirmir aglak seyler yazdim o zaman diye? Yazmisim iste nedir?)

(Ne kadar buyuk buyuk yasiyormusum yahu, agdali laflar edecegim diye kasmisim, icim ne hallerdeydi kimbilir.. Basindan opesim geldi kendimi. Hah!)

Friday, January 18, 2008

Herseyi paylasacak miyim yahu!

http://www.theonion.com/content/news/kraft_introduces_new_kraft_doubles

Kraft, life style reklamciligini da asti; sevgili olma, cift olma durumunu da konseptleri arasina katti. Yani yeni bir sey degil tabii bu reklam dunyasi icin ama poh! Peynir yahu! Sen benim hayatimsin, o kadar ki tatsiz tuzsuz Kraft kasarini aliyorum bizim icin (gerci sasirtici derecede populer ve tadi oldugu iddia edilen bir peynir bu Amerikalilar arasinda). Peyniri de itinayla, milimi milimine esit bolen bu urunu, tanitiminda da belirtildigi uzere hafif rulo yapip agzina verebilirim! Yanlis anlamadin degil mi, agzina vermek falan derken.. Romantik algida dunyasinda yanlis anlasilmaz bu, birbirimizin agzina turlu turlu urunler vermisligimiz var onceden de zaten. Ve fakat bu Kraft ayrica da bir kanciklik, pustluk yapmis ve kadim hedef pazari olan 'bekar' yani 'es'sizleri yari yolda birakmistir ve demistir ki yetti artik yalnizlara hitap etmek. Peynirimizi daha ulvi ve bir yere varabilecek ozel, ni$ bir kitleye sunmaliyiz. Sirttan bicaklamak bu resmen. Yalnizlar, esi olmayanlar veyahut esi, isi, gucu olsa dahi her boku paylasmayi reddeden kismi yalnizlari embelek birakmistir. Ustelik de, algiyi saptirmak, ciftlere yonelik sempati yaratmak icin, yuzyili askindir goz ardi ettigi ciftler falan demis.. Ciftlerin sikinde mi yahu? Onlar cift! Daha beteri de var. 'Yuzyili askin' bir zamandir flortlestigi bekarlar icin "depressed, lonely men in their 30s" demistir. Bakar misin? Hitap ederken boyle mi seslendi onlara acep? 30larini suren, depresif, yalniz erkekleri -kim onlar acaba merak konusu-, 'ask ve mutlulugu deneyimleme yetisine sahip' diye tanimlayip kurnazca dalkavukluk ettigi ciftler onunde gote sokup cikarmistir.

Kraft yer misin de batti gozune bu kampanya? Degil, durum o degil. Kraft bilmem, yemem, miami'de taciroglu (baska bir hikaye) ve Erenkoy pazarinda Birolaabi disinda kimseden peynir almadim su memlekete gelene kadar; simdi bile ona yakin tatlar yakalamaya calisiyorum; ruhu kacmis feta bile aldim ama legen yemeye baslayana kadar kiraft miraft almam. Ilgilenmedigim bir peynir turu oldugu icin cok da rahatsiz degilim ne hallere dustugunden ve fakat genel anlamda peynirin bu tur sefil kampanyalara kurban gitmesi icerletti beni. Dondurma sevmem, erir yapisir, pratikte idealdir ciftler icin, yaratici olunabilir; keza cikolata hem pratikligi, kivaminda yapiskanligi, sapur supurlugu, afrodizyak etkisi vs ile uyar bu kaliba; bal. aromali sut, hatta meyveli sakizlar bile.. AMA peynir nedir? Nasil boyle bir seye konu olabilir? Reklamda soylendigi gibi piknik yaparkene rulo yapilip partnerin agzina komak disinda ne yapilabilir? Tuzlu bir kere. Tuzlu seyler onemlidir, ozeldir.. Burada duruyor ve soz konusu yaziya tekrar donuyorum.

"Jointly wrapped American cheese, specially designed with couples in mind"... Yecucle mecuc indi dunyaya. Couple dedigi odur; cilginlik sinir tanimiyor artik. Fenomenolijinin basini kasiyacagi andir bu. Bilincli deneyim nereyedur? Daha da arsizlasabilir ve soyle diyebilirim -ki ilk diyen de ben degilim elbet- bu hegemonyadir, kapitalizmden olma, temel uretim iliskilerinden dogmadir. Bir peynir nasil ozel olarak tasarlanabilir? Bunu yutacak adamin dunyasi -ki milyonlardan bahsetmek maalesef mumkundur, yoksa bosa para yatirilmaz bu nis markete- nasil carpitilmistir ki gerceklikleri, bir peynirin milimetrik olarak ortadan ikiye bolunmesini ellerini cirparak mutlulukla kabul edip, sevgililiklerini kutsarlar? Afyona gel! Post oznel yabancilasmanin postu.. Jointly diyerek zaten konvansiyonel degerleri de oksuyor, hayat musterektir, hersey esittir, hayat paylasimdir... Isaret parmagi agza! Kolektif veya cifter yabancilasmayla yalnizliktan kurtulma.. (Yalnizlik nicin kurtulunacak bir sey olsun? Endise, bunalim, tirsikligin toplumsal olaninin insana -birey deniyor- dusen payindan bir kuple bu. ) Sevgililik, kacinilan bir dayatmaya donusuyor bu tanimin disinda kalanlar icin zira karsilikli bir yaftalanma da soz konusu. Bunlara mumkun oldugunca kanmayip, kendilerinden sectiklerini ve kendilerinden turettiklerini (o da karisik artik) katilima donusturup iliski yasatan bir grup, 'ota boka surat asanlar' diye kenara itilirken, diger taraf da, kendi benliklerine iliskin bir anlam uzerinde oynama yapildigindan ve sistemin 'valentine' simulasyonuna gonullu girdiklerinden, ona uyumlu bireyler oluyorlar. Bir nevi yafta bu da tabii ama olumlanan bir yafta neticede. Marjinallesen, itilen digerleri de basariyla yaftalanmis uyumsuzlar, sapkinlar -deviant- oluveriyor. Mmm. Yafta teorisini saptirdim ben de hafiften ama boyle degil mi? 'Halk seytanlari ve ahlaki panigi' ters yuz edersek, -yumakla oynarken ipi kendine dolamis kedi gibi olacagim bu yazinin sonunda amma sonradan okuyunca baska bir seye malzeme cikar belki, o yuzden devam- evet ters yuz eder ve olumlayan bir denkleme donusturursek, bu amerikan peynirini iki sevgiliye esitligin sinirlarinda paylastiran abiler ve bunu askina sevgisine katik edenler icin soyle denemez mi: Haber yapanlar degil de, reklamcilar, bu kez halk seytani gibi kliselesmis bir kotu imaji degil de, kliselestirilmis sevgilililikten yola cikarak musterek hayat sahibi 'halk ciftleri' yaratmis (olani one cikarmis da denebilir); bunu pekistirmek icin -veya tam tersi halk ciftleri bunu pekistirmek icin cilalanmis, abartma ve carpitmayla sekillenmis de diyebiliriz- bununla iliskilendirilebilecek ve anlamini guclendirecek konseptler ortaya atmis -bknz. 'bizim peynirimiz'- ve hedef kitleyi daha da duyarlilastirmis. Yani ahlaki panik degil de, yaratilan bu belki de onemsiz olabilecek eslemeyi fenomenolojik bir deneyimmiscesine yuceltmis olabilir. Ne demek istedim simdi? Zirva gibi duruyor ama sunu demeye getiriyorum. Bilincli deneyimi sorgulamak adina, verili seyleri algilayistan cikartarak, deneyimi oldugu gibi, saf algilayisla cozumlemeye calisma, kurucu unsurlar nedir bulma amacinda degil mi fenomenolij? Bir nevi yani (bosa bir caba da olabilir elbet bu). Iki insan arasinda hem her iki taraf icin de kendi dunyalarinda tekil olarak, hem de birlikte olunan alemde her anlamda birleserek deneyimlenen etkilesimi -ne derseniz artik- pembe gullerle, dondurmayla, peynirle bagimli bir mecburiyet iliskisine sokarak, bu etkilesimin, ozneleri tarafindan fenomenolojinin tum iyi niyetli destegi de alinarak cozumlenebilmesini imkansiz hale getirmiyor mu? (Ha bu ne kadar muhim ve manali bir sey? Ne muhim ne de manali, ama olsun. Karsi uctaki olumsuzladigim seyi belirginlestirmek adina didim bunu). Gerisi corap sokugu gibi gelmis zaten; bu bence sapik 'yuceltme' genislemis de genislemis, potansiyeller cezbedilmis ve harekete dahil edilmisler, kendi kendine balon sismis de sismis; bir sonraki destek kuvvete kadar idare edebilecek, klasik, klise fakat hazir, kullan-at ve mevcutla uyumlu kimlik yerlestirilmistir. (Ben de saptim sanirim biraz konudan bilemedim.)

Ama yine de, bu noktada isin faydaci ve hatta hedonistik tarafini gormezden gelmek yazik olmaz mi? Bir seye derman olacagindan degil ama olsun. Ornek verelim. Peynirci demis ki, "No longer will couples who have a mutual craving for processed American cheese have to endure the hassle of unwrapping two individual slices." Standart bir metin, ozel bir sey yok, ornek olsun diye koydum. Mutual craving varmis, iki peynir acinca problem oluyormus. Boyle kapillar varmis. Kullanilan kelimeler sahane. Endure.. Katlanmislar yani iki peynir ambalaji acmaya bunca sene. Bu mucadele olarak tanimlanmis -hassle-. Two indivual slices kotu, jointly wrapped slices iyi. Mmmm. Zaten onceden noktalanmis yerlerden boluyorsun peyniri artik.. Sonra da ihtiyatla rulo yapip ciftini besliyorsun, mustereklik geregi o da seni. Musterekligi koruyucu, ogretici bir sorumluluk da ustlenmis oluyor puruzsuz peynirimiz. Zaten marka sahipleri diyor ki, bizim peynir romantik vaziyetler, ay isiginda yapilan kumsal yuruyusleri (sevgiliyle sahilde yururken ona kasar yedirme- kasar yiyisme : I) ve seks icin kusursuz bir snack'tir. :) Yalniz sonra sinir zorlayici bir 'haber' var. Diyor ki "finally, the great taste of Kraft American cheese and the feeling of warmth that comes from tender affection with another human being can be enjoyed simultaneously." Standart cinsel alt metin bok pusur. Uzerine de temin ediyor ciftleri: peynirin tadi ayni merak etmeyin diye. Hedonizm veya faydaciliga pek bir malzeme cikmadi buradan ama zikretmek de onemli degil mi?

Tum bunlar bir yana yazida, dogruysa eger -ki korkarim oyle- mel mel bakmana sebep olabilecek, hafiften de eglenceli bir takim piyasa arastirmalarindan bahsediliyor. (Tabii ciftler bir sabah uyanip, iliskilerinde yurumeyen seyin tekil paketlenmis kraft kasar peyniri olduguna aymiyorlar. Piyasa arastirmacilari veya konsepti kabul ettirmek isteyen mustemler soruyorlar bu sorulari hedeflerine ve istedikleri cevaplara turlu stratejilerle variyorlar.) Varilan sonuclardan biri misal su:

"When two people who love each other peel off the laminated-foil casing of a pasteurized cheese-food product, they want what's inside to reflect their everlasting union." Tuketilen ama her daim yeniden satin alinabilecek, uzerinde son kullanma tarihi olan bir urun, 'everlasting' bir birlikteligin yansimasi olabiliyor yani. Yaziyi tekrar okur da genisletirsem everlasting uzerine de konusmak gerek bence.

Buyrun bir de buradan:

"Kraft vice president Jane Hilk theorizes that, until now, every time a couple hungered for American cheese, they would attempt to split a Kraft Single down the middle, inevitably resulting in uneven cheese distribution, which in turn has led to arguments, domestic abuse, and, in some cases, divorce." Teorize etmis.. Mmmm. Peynirin fazlasi niye sende kaldi diye bosanmayi biraktim domestic abuse yasaniyorsa, peynirin milimetrik ikiye bolunebilirlik ozelligi rasyonellesiyor gozumde ama daha neler gorecek bu goz, duyacak bu kulak diye hafiften tirsiyor ve hatta merakla da bekliyorum.

Sonra bomba patlatiliyor ve single erkekler bir kez daha yeniden kimliklendirilip, gonulleri alinmaya calisiliyor (ettirilgen).

"For the successful bachelor who hasn't had time to settle down but still hopes to some day, there is an added advantage. Should a woman he fancies ever enter his home and peer into his refrigerator's dairy drawer, she will know right away that he is a man who values commitment."

Ne denir ki simdi buna? Cekmecesinde Kraft double saklayan bir erkek soz konusu. Bunu bagliliga -commitment- inanan erkek isareti yapmisiz, inanmis iman etmisiz, kalben itikat tribindeyiz. Zaten secilmis bir kadin olaraktan girdigin evde cekmece aciyorsan, peynire gerek kalmis midir? Bunlar ikinci hatta ucuncu derece onemli sorular. Onemli olan, everlasting bir yalnizligi tercih etmis 30lu yaslardaki erkeklere, verili kabul ettiklerini bir kenara koyarak, belki de ozlerinde 'bir gun yatisip kendini tek bir kadina adamayi uman (oy oyoyoy) erkekler' olduklarini kesfetme onerisini yedirmek. Monogamiye inanmak isteyen biri olarak, beni cok seceneklilige iten, acikli bir durum bu benim icin. Secilmis bir kadin olarak cekmece actiginin farkina varamayacak kadar disindayim bu denklemin ve sirf da bu yuzden, farkinda dahi olmadan, basit stratejik hatalar yaparak "'bir gun yatisip kendini tek bir kadina adamayi uman (oy oyoyoy) erkek" pesinde zannedilebilirim. Daha kotu bir salaklama yok; acikladikca dibe gidiyorsun; zarifce ve caktirmadan kuyrugunu kurtarmak ve ortami terk etmek lazim. Bu cok baska bir konu tabii.

Donelim geri.

E oyleyse piyasa arastirmasinda su asagidaki sonuca varilmasi sasirtici olmasa gerek?

"Kraft reportedly decided to launch the new product after reviewing market research which showed that only 8 percent of its regular customers reported having a spouse, a significant other, any history of dating, or a normal and healthy social life. Marketing director David Merrill believes these low numbers are due to the fact that there has historically been only one cheese slice inside each wrapper."

Onceki reklam kampanyalarini bilmedigim icin, bu % 92'lik yalniz dilime bir mana veremiyorum. Urunun sikko tadi yuzunden degil de, harbiden her bir ambalaj icinde tek bir peynir olmasi yuzunden bu peyniri tercih etmeyen ciftlerinse bellerine kuvvet diliyorum. Daha devam edemeyecegim bu yaziya, sonra bakar ekler cikarir bolerim ve fakat tanitim yazisini da bitiren su son mujdeyi de yapistirmadan edemeyecegim. Bu urun tutarsa diyorlar, sunu da yapacagiz:

"Kraft Super-Single, which is one three-inch-thick slice of American cheese. "

Hayde breh!

Thursday, January 17, 2008

O sirada gozumun onunde o var idi, ondan

Gecen hafta okudugum bir haberdi bu ama postalamadiydim. Uzatmamaya karar vererek sadece bu haliyle kalabilecegine karar verdim. Olay su:

Cemevleri'nin ibadethane olarak kabul edilmesi icin talep gelmis. Devlet de reddetmis. Zamaninda.. simdi konu, asker tavlasi gibin gundeme ziplatilmis, baska konularin uzerine kondurulmus.. Dikkatler orada.. Erdogan da demis ki, bir iftar yemegi sonrasi sorulan soruya cevaben, haberim yok, talep gelirse anayasa cercevesinde degerlendiririz. Biz bu konulara uzak kalamayiz.' Kalmamak ve kalamamak arasindaki semantik farki biliyordur herhalde degil mi Erdogan? Kipler onemli malum. Cemevi ibadethane olarak sayilirsa bundan kim fayda gorecek, kimin kulagina su kacacak acep.. Nedir niye uzak kalamiyorsun a be canim? Iftar yemegi de Alevilerle yenmis bu arada. 2005 yilinda yapilmis ayni basvuru, Islam'in ibadethanesi camiidir diyerek dogma damga bomba yapmis devlet.. Simdi bu esneklik niyedir? Yani bunlar cok elzem sorular degil tabii hatta mevcut yalanci paranoyaya cicek kondurur gibi. Aman oyle anlasilmaya. Bu zaten oyle ardindan trampet calinacak bir 'uyanis' hic degil.. Oynak ve embelek gumbelek bir sistemin ele bele bir oyuncusu olaraktan Turkiye'de de haliyle benzer, mini bir sistem var. Kor topal ilerlese de, biz cilgin turklerden beklenmeyecek political correctness'lar var, asikar. Sinir bozucu olan bunlari olduklari gibi gorememek; eki eki uyaniga bak gibi icki masasi yavsakligiyla yorumlamaktir. Yani tatli alaycilik degil, harbi tasak gecenlerdir sinir bozan.

Bir de soyle denebilir bence: Erdogan, katolik ve protestan tartismasini, bir devlet baskani olarak alevilik ve islam arasinda yapiyor... Nispeten. Islamla Aleviligi ayiriyor. Bu cok baska, teolojik bir tartisma olsa da, azicik bilgimle, haksiz bir yaklasim oldugunu dusunuyorum. Ha Aleviler butun dunya kardes olsa mi diyor? Gelinim kizim ikiniz de anlayin beni. Neyse bu konu degil zaten.

Ve fakat Baykal da asureye davet etmis Alevileri aliskanligi uzere. Baykal demisken:

-2-

Omer Laciner, milliyetcilik uzerine diyor ki "herhangi bir insanî-toplumsal sorunu birilerini ağır biçimde mutsuz, ezgin etmeden “çözme”si, yatıştırması mümkün olmayan milliyetçilik(ler)in üstelik bu kimyalarıyla 'Kürt sorunu'nun tarafı olmaları, sorunun kendisinden de kat be kat vahim ve büyük bir sorundur. Asıl bu sorunun farkına varılmadıkça; kimyası nedeniyle “çözüm”den dikte etmeyi anlayan, 'uzlaşma'yı zaaf olarak algılayıp, en basit hakkı bile bir bahşedici kibriyle tanımayı büyüklük sanan milliyetçi zihnî bozulma, çarpıklık, milli 'ben'lerimizi aşamamış bizleri kırk katırdan kırk satıra savurmaya daha uzun süre devam edecek demektir."
En basit hakki bahsedici bir kibir taniyarak bunun buyukluk olduguyla kutur kutur boburlenen Kemalistler icin de uygun bir tanimdir bence. Türbanın kadın özgürlüğü ile ilgisi yoktur, erkeklerin dayatmasıdır, kabul edilirse elalemin gozunde kadinlarini zorla tesetture sokuyor derler diyen, derken de derin nefes aldirici bir celiskiye dusen Deniz Baykal'in da hangi kategorilere soyle bir topak haline getirilip sokusturulabilecegi de asikar elbette. Niye Deniz Baykal, baska yok mu? Var tabii. Gozum once onu gordu o yuzden.

Sunday, January 13, 2008

VAMPIR DIZISI MOONLIGHT BENDE NE HISLER UYANDIRMAKTA?

Ben bu nefis diziyi gecen gun kesfettim. Bir neselendim bir neselendim, onlara da gani gani nese ve reyting diliyorum ki bu boyle surup gide. Dizinin adi 'Moonlight', jenerikte moon sari ay uzerinde siyah fontla, light uzayda -haliyle siyah- sari fontla yaaa tey tey tey. Bu tii vii sovunda da bir vampir dizisinden beklenebilecek pek cok sey mevcut. Vampir basrol karakterimiz -elbet yakisikli, beyaz tenli, renkli gozlu, tuysuz, kaymak gibi tene sahip genc bir erkek-, dogasi geregi baska iyi ve kotu vampirler, Amerikan vampir dizilerinde asilamamis olmasi sasirtici olmayan bir klise olarak Los Angeles, salak insan karakterler, salak polisler -akilli polis henuz gelmedi-, vampirimizle gecmisten bir baga sahip, guzel -bence degil ama yonetmen oyle tercih etmis- Kate Winslet'in hafif degismisi, sarisin, zipir, merakli, zeki bir bas kadin karakter ve elbet onun zavalli, iyi mi iyi sevgilisi.

Simdi bu kiz, adi Beth (yakisikli vampir 'Beth' derken kameranin caktirmadan arkadasin diline zumlamasi ya benim aklimin bir oyunu ya da kameramanda bir durum var), bir internet sitesinde (buzz bilmem ne) online habercilik yapan, dolayisiyla sehirde nerede cinayet islendiyse hasirt orada biten ve heyt hoyt eglenceli tavirlari ve kart goruntusune ragmen kucuk kiz oyunlariyla polisten bilgi sizdirmayi basarabilen, cinayet mahalinde yine ayni yetenekleri sayesinde cebindeki I-phone ile otun bokun sip sak fotosunu cekebilen bir insan evladi. DA yani bolge savcisinin yaninda calisan bir avukat da sevgilisi var. Iyi, temiz yuzlu seker bir cocuk; cok iyi.. :( IC bunaltacak kadar iyi.. Ne kotu boyle demek ama neyse.

Iyi, karizmatik ve seksapel halesiyle dolanan vampirin adi Mick St John.. Ismine bakip pes etmemek lazim.. Diyor ki: "I'm a vampire. I wanna help people that's why I became a PI". Evet kendisi bir private investigator. Hatta kaza eseri Beth'e kan icerken -kan bankasi torbasindan-yakalanmasi sonucu aralarinda soyle bir konusma gecer: -Please don't look at me. - What are you? - I'm a vempayr. Cok az es var ama cumle atlamadim. Ani gormek lazim. Hele de akla abinin dizinin bas ve sonlarinda, hemen her bolum gordugumuz, LA'daki yuksek binalardan birinin terasinda, siyah deri ceketinin eteklerini ruzgara veren, sirttan goruntusu geldi mi, boyle dudaklarin yatay cizgi yapiyor; hay allah diyorsun.

Simdi vampir abiyle bu zipir kiz arasinda soyle bir bag var. Oyle kopuk ve "ne alaka la alalala.." diye bakakaldigin bir yan hikaye olarak anlatiliyor.. Anliyorsun elbet, alik olabilirsin ama aptal degilsin. Bu kizcagiz, 6 mi 7 mi ne yasindayken kaciriliyor. Kaciran bir vampir kadin.. Bizim ozel dedektife -kendi deyimiyle- hayatini degistiren bir dava olarak gelir bu kacirilma olayi- Kizin annesi gelir kizim oy oy oy diye. Bizim ki bir bakar ki, kaciran kadin vampir, bir zamanlar tanidigi ve soz konusu flash back'ten anladigimiz kadariyla bir sekilde yakin munasebette bulundugu biri. Kadin der ki bak iste kizimiz olacakti, simdi bir ailemiz olacak, senin icin geldim bak bunu buldum falan diye kizi gosterir, baslar zirvalamaya. Bizimki asilce reddeder, kizi kurtarir, evi atese verir falan filan.. Uzerinden gecer on yildan fazla. Bizim kiz buyur ve bu zipir abla olur. Vampirimiz de onu korumus kollamis, izlemis uzaklardan. Neyse sonunda bir sekilde tanisiyorlar, kiz habire taniyor muyum seni diye buna zarflar atiyor ama abi 'i have that face' seklinde gelismemis bir klise cevap veriyor. Zaten sonra ogreniyoruz ki, bu kadin vampir megersem bizim yakisikliyi vanpire donusturen, eski karisiymis. Kizi kacirma sebebine yaklasmis bulunmaktayim ama emin olmadan aciklamak istemiyorum.

Neyse, biraz karman corman olacak ama, biraz oradan biraz buradan anlatacagim son izledigim bolumde olanlari..

Kiz oyle bir zipcikti, oyle bir cikinti ki, LA'daki cinayetlere yollanan bas polis midir ne sikse habire kiza rastliyor, bilgi alisverisi yapiyorlar ama genelde butun bilgiyi veren salak polis oluyor. Misal kizin ifade vermesi gereken bir durum cereyan ediyor -zira diziye konu olan kotu adami bizzat silahla olduren o, dusunun yani oyle sahit mahit durumu da degil, bizzat eyleme gecilmis, ifade lazim- Bu polis abi ifade ver deyince kiz soklardayim tripleriyle zombi gibin yuruyup giderken bizim polis arkasindan 'hey nereye ifade vereceydin, aaa beth ama olmuyo boyle' seklinde biraz yapmacik tepinip isine geri doner.. Enteresan hatun ve poliskisisi.

Guzel vampir arkadas, Mick St John (evet adi bu, ona bir sans daha verin lutfen) koklayarak hem gecmisi goruyor hem de kani takip ediyor iste.. Ama bir koklayisi var, boyle soldan saga, sagdan sola (artik kamera hangi tarafindaysa) 'hnnnnnnffffff' diye.. Sirt dik, burun delikleri acik, agiz ve gozler az sonra poz vereceginin bilinciyle seksi bir kasilma halinde.

Sorumsuzca beslenen vampirlerin kulagini cekiyor Mick. Misal "sen oyle beslendin ama kanin ona bulasmis bi sekilde, simdi bu adam vampir olduuu, boyle sokaklarda dolasip insan olduruyor. Sen nasil kontrol etmezsin oldu mu, kaldi mi, nedir durum diye". "Temizlikcilere haber verdin bitti isin de mi?" seklinde.. Birebir olmasa da yakin bir ceviridir. Temizlikciler de (Cleaners) bu arada, LA'da kaza eseri olduren yaralayan, veyahut kan icme isinin bokunu cikaran ama bir o kadar da sorumluluk sahibi vampirlerin, sehirdeki olumluler artiklari gorup de korkmasin diye cagirdiklari hizmet sektorunden bir birim. Liderleri siyah giyen, vamp bir kadin. Ne ayak henuz cozemedim. Yakinda o bilgi de gelir bana.

Lutfen ya, bu kizcagizin yakisikli denebilecek, duzgun, tarali sacli bir sevgilisi var. Kariyer sahibi, tatli, dusunceli, anlayisli vs. Hanidiyse tek falsosu bizim Mick'le karsilastirildiginda biraz killi olmasi. Ve fakat abi sadece 1-2 bolum bu Mick'ten rahatsiz oldu. "Bu arkadasin ortaya ciktigindan beri adam akilli bit bit bit" falan yapti kiza. Sonra birden ardi kesildi bu sikayetlerin, bir davada birlikte calisir gibi oldular diye herhal; ama simdi cok pardon ya, benim kapima boyle yakisikli, daginik sacli bir vampir gelir, "bu alemde bi sana soyledim (insan olarak yani) vampir oldugumu, nasil oldugumu falan filan. Sana guveniyor muyum diye sorduydun, evet guveniyorum" deyip, elini, kapi kolunda duran elime koyar ve ben agzim acik kalacagindan, bogazim kurudu su almaya gitsem kaybolur mu acep diye dusunurken gizemle ceker giderse -tabii uzun bir saniye gozlerime de bakar- bu an o tatli, tarali sacli adami unuttugum andir.. Yuksek ihtimalle en azindan. Yapmayin allaasen.

El Salvadorlu bir adam var, uyusturucudan tut her turlu pis isin icinde. Beth'in sevgilisi, Josh galiba adi, bu adami iceri tikmak icin ugrasiyor. Oralar cok silik, anlatilmiyor hic. Onemsiz ya. Neyse Mick bunu kistiriyor tabii. El Salvadorlu, cicek bozugu suratli standart Latin kotu de "You come to my place and spill blood, now i'm getting your blood" der hata eseri, hem gramer hem de icerik olarak. E tabii kendine dogrultulmus iki silahi goren abimiz Mick'in de asabi bozulur ve 'hhhhaaaiiiiyittttt' gibi ince ve icten bir ciglik atar, muntazaman degisimini gecirip, dislerini gostererek. Bana mi didiiiiin! bir ifade var yuzde.. Tabii bu El Salvadorlu buyuk patron ve pikididi pikididi ucuz Latin kulup muzigi calan, bar mi striptiz kulup mu belli olmayan mekanini bulmak icin, sorgu odasindaki genc tetikciyi ikna etmesi gerekti Mick'in... Su her zamanki pisirik polis kardes (soyleyecem artik kendisi denzil washington sac kesimli siyahi bir polistir, her scene of crime da biter mantar gibin) -biri mantar mi didi?- "yaw konusmuyor iste adam, ne yapcen de konusturacan, iyi bes dakkan var hade" diye Mick'i iceri yollar.. Ben harbiden de baska bisi bekledim zira ilk aklima gelen bu olsa da yok daha neler, bu kadar da olmaz dediydim.. Oldu ve fakat sayin seyirciler. Abimiz, vampir yuzune gecis yapti, zarif bir 'emrah' bas hareketiyle (angel ve buffy'de en azindan ucar kacar ruzgar efektli bir donusum vardi). Soyle ki; basi one egip hatta ceketinin yakasina hafiften sokuyor, sonra yavasca kaldirip kor gozu gibi acik beyaz, mavisi kacik gozlerini ve dislerini aciga cikariyor ve tabii o unlu hhhhhaaaiiiyttttt! cigligini kopariyor.. Cocuk da tetikci falan ama otuyor tabii... iste Mick El Salvadorlu babanin mekana boyle geliyor. Sonra inanir misin hafif kanini iciyor.. Ha bu arada ablanin, Mick ortaya ciktigindan beridir limoni bir iliski surdurdugu sevgilisi oluyor. El Salvadorlu'nun adamlari oldurdu.. Sen misin benim pesimi birakmayan. Beth Mick'den isir sunu, yasasin boyle diye rica eder ama Mick, her asil vampir gibi oyle de olu olacak, yapamam bunu der ve yapmaz iste. Kiz elbet suclar Mick'i.. Mick'in uzerine de hakli olarak, bir nerelere gidem hali coker tabii. Kizi seviyor artik biliyoruz zaten ama acilamamis. Vampir ya, habire 'I am a monster, uhu uhu' deyip icleniyor, kiz da degilsin deyip teselli ediyor ama iflah olmuyor Mick. Zaten 'kahrolasi' yeteneklerinden biri sayesinde duymus rahmetliyle kizin birbirlerine seni seviyorum dediklerini. Gerci kizin da gonlu Mick'de.. Mecburen diyor ben de seni falan diye. Dedim ya bogaz ve agiz kurumasina yol aciyor abinin bazi tripleri ne yalan soyleyeyim. (Bir saniye bile olsa kanmayacak kadin tanimam). Neyse sevgilisini vampir yapmadi diye Mick'e kizgin olan kiz son bolumun son dakikalarinda diyor ki onun yerinde ben olsam, beni de dondurmez miydin kurtarmak icin? (Mick'in ic sesini sik sik duyariz zaten) Ic ses der ki bunu ben de kendime defalarca sordum. Mick der ki yapmazdim. Kiz buna da bozulur sanki ama haliyle uzgun ses etmez. Sonra bu diziden beklenmeyecek ve benim pek rastlamadigim, gayet de daha once bu soru aklina gelmemislere boyle 'harbi ha!' dedirten bi soru sorar. Der ki 'e madem vampir olmak bu kadar kotu, sen niye yasiyorsun boyle'. Mick'in ic ses senin icin der ve bizim icimiz parcalanir, isaret parmagi agzin icini isaret eder, gozlerimiz devrilir, adeta bi aaaaaaaaaaaaaaaaoooggghhhh yukselir bizim ic sesten. Mick ise tum karizmayi yerle bir eden, saskalozca, gulumseme kahkaha arasi bir seyler yapar, bi bel kirar ki ruya yikar. Kem kum hic dusunmedim ne ki falan gibi bir seyler geveler. O kadar onemsiz ve acinasiydi ki, uzerine bir armut daha yedim. Budur son bolum..

Iste de bulabildigim en guzel fotolari..



Tall, dark and immortal